19 Mayıs 2010 Çarşamba

Bulgaristan ile ilgili gözlemlerim

Önceki yazılarımda da bahsetmiştim, okuldan salsa gösteri hazırlık grubu ve gösteri grubuyla Bulgaristan Fanta Latin Festivali'ne gitme ihtimalim vardı. Ve bunu başardım. Perşembe gecesi biraz gecikmeli de olsa saat gece 1 buçuk gibi yola çıktık. Dura kalka, sürekli mola vererek yaklaşık 8 saatte Kapıkule'ye dayandık. Pasaport kontrolünden geçtik ve döviz bürosunda durduk. Bulgaristan aday ülke olduğundan avroya geçiş yaptığını sanıyordum ancak yanılmışım. Avroya geçiş yapmak şöyle dursun hala kapalı alanlarda sigara içiliyor, neyse bu başka bir konu. Bir leva ( Bulgaristan para birimi ) 0,98 türk lirasına eşit. Yani çok az bir fark var ama türk lirası daha değerli. Gerekli olduğunu düşündüğü kadar avroyu çevirince levaya herkes yola devam ettik. Çok yeşillik bir yer Bulgaristan ancak binalar çok ama çok kötü. Sovyetler Birliği etkisini taşıdığını düşündüm evlerin, zamanında her şey devlete ait olduğu için insanlar özenle davranmamışlar evlerinin dış görünüşü için. Rejim yıkılınca da devam etmişler aynı umursamamazlığa. Aynı özensizlik insanların dış görünüşlerine de yansımış. Ortalamanın üstünde bir şıklık hiç göremedim orda. İçki çok ama çok ucuzdu, yemekler genelde özensizdi ama yine ucuzdu. Maalesef yemek kıtlığından dolayı sürekli Mcdonald's yemek zorunda kaldım, zira o da fazlasıyla ucuzdu. Bana gelince festivalde çok ama çok eğlendim. Hiç etmediğim kadar dans ettim ve gerçekten de kendimi geliştirdiğimi farkettim. Dans ederken bir kere 9 kez ard arda spin atınca bunu anladım asıl olarak. Dönüş yolu çok acılı oldu. Bize gece saatiyle 2ye çeyrek kala dans gecesinden çıkacağımızı söylediler. Ancak yola çıkmamız otobüslerin hepsinin aynı anda kalkmasına bağlıydı. 3 otobüs gittik oraya Türkiye'den, ve yalnızca 2 otobüs gelmişti o saatte. Sonuncu otobüsü beklememiz gerekiyordu. Önce 4e kadar dans gecesinde kaldık. Sonra otele döndük ve lobide beklemeye başladık. İnsanlar artık 3 gün üst üste dans etmenin ve uykusuzluğun verdiği yorgunlukla uykuya yenik düşmeye başladılar. Ben de bunlardan biriydim. Sonra bir iki kişi kalkıp insanların kulaklarına, ağızlarına, burunlarına ot sokuşturduk ve bunu yaparken onları kayda aldık. O saatte o yorgunluk ve beklemenin verdiği strese ilaç gibi geldi, gülmekten yere düştüm ben hatta. 8 gibi yola çıktık. Akşam 8 gibi de durmadan gittiğimiz için İstanbul'a vardık. Tadı damağımda kaldı ne yalan söyliyeyim. Çok güzeldi, çok.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Spora başlasam mı?

Sınavlarım bitti, artık haziran başına kadar boşum. Spora başlamak istiyorum, pilatese. Sırt kaslarını çok güçlendiriyormuş, insanların ağrısı falan kalmıyormuş pilates yapa yapa. Okuyan da sanki çok sırt ağrısı çekiyorum falan sanacak. Ama aslına bakarsanız bende dik durmayla ilgili bazen takıntı gibi bir istek ortaya çıkıyor. Herkesten daha kambur veya daha dik durmuyorum ama işte istiyorum böyle dimdik durmak. Bir ara annem çok hassastı bu konuda. Diğer insanlardan çok da kambur durmamama rağmen beni doktora götürmüştü. Doktor da egzersiz vermişti, bir dönem sürekli bu egzersizleri yapmıştım. Yaa bu da böyle bir anımdır. Neyse pilatese geri dönelim. Sağlıklı olmak için spor şart, hem şu dönemde dansa da gidemiyorum bizim kurumuz gösteri çalışmalarına ağırlık verdiği için.. Bu nedenle spora başlamak çok güzel bir alternatif olabilir. Neyse bakacağız duruma..

Güncel ruh halim

Kafamdaki düşünceleri bir süreliğine kapattım, askıya aldım. Zaten çok yoruyordu beni bu kadar düşünmek. Eee insan her ne kadar beynini kullandığını iddia etse de genellikle rutin düzende gerçekleştiği için her şey kendiyle ilgili önemli kararlar alırken yoruluyor ister istemez.

2 Mayıs 2010 Pazar

Küresel Isınma Takıntım

Küresel ısınma konusunun yavaş yavaş populerleştiği günlerde ben daha küçük bir çocuktum. Bizim ailede yapılmaması istenen ya da bilimsel olarak doğrusunu kimsenin yapmadığı şeyleri bize öğretmek için genel olarak uygulanan bir yöntem vardır, o da medya araçlarını kullanmadır. Yani kısacası annemle babam, bize küresel ısınmadan ötürü yalan olmak üzere olan düzeni göstermek için acımasız gerçeklerle dolu olan Al Gore'un "Climate Crisis" adlı belgeseline götürdüler. Zaten israfa fazlasıyla karşı bir insan olarak bu belgeselden sonra daha da psikopat haline geldim. 10 dakikalık aşağı inmelerimde bile bilgisayarımı kapamaya başladım. Hiç üşenmeden evde açık unutulan ışıkları en yorgun olduğum anda bile kapıyordum. Evde bu halimi bilen kardeşim zaten suistimal ediyordu bu durumu. Zamanla bu konudaki takıntım azaldı ve daha normal bir insana dönüştüm. Ama tabi hala bazı şeyler batıyor, mesela okulumuzun özel yurdunda açık bırakılan ışıklar. Şimdi o odaların ben kapısını açsam da kapasam ışığı sonuçta o odaya ve özel bir bölgeye müdahale olur ama çok yapmak istiyorum. Hele tuvalet ışıklarımızdan bir tanesi yanmıyor ve odamızda inatla ona bir basış var, yanmıyor kardeşim neden ısrar ediyorsun. Valla her gördüğümde gülesim geliyor, muhtemelen enerji harcamıyor ama beni bu ısrar "Bir gün açılır belki" ısrarı gerçekten baya güldürüyor. Neyse..
Küresel ısınma beni çok tedirgin etmişti zamanında, ki hala da elimden geleni yapıyorum ama dorm'da bu kadar yaygın olarak elektriğin ücrete dahil olmasının suistimal edilmesi gerçekten canımı sıkıyor.