6 Temmuz 2010 Salı

Bu zamana kadar demokrasi demişsin sonunda diktatörlük yapıyosun. Siktir lan..

Zamanla gelen edit: Bu nasıl bir sinir arkadaşım ya, kendimden korktum.

4 Temmuz 2010 Pazar

Odanın içinde oda

Yurt odamdaki eşyalarımın hiçbirini dağıtmadan, aynı haliyle gelip evdeki odama koydum. Yani şu anda odanın içinde başka bir oda var. Topla beni diye bağırıyor günlerdir. Nasıl istiyorum hepsini toplamak, böyle yavaş yavaş. Saç tokalarını bir kaba, takıları ayrı bir kaba koymak. Ama tabi acaip bir zaman istiyor bu toplama işlemi. Diyorum ki kendi kendime şimdi hava güneşli, aşağı inip güneşlenmek varken burda eve tıkılmak niye, gelince toplarsın canım. Sonra çıkıyorum, güneşleniyorum, eve geliyorum. Hadi spora yaa diyorum. Eve geliyorum spordan annemler anca gelmiş oluyor. E şimdi onlar varken onlarla görüşmeyip odamı mı toplayacağım yuh yani diyorum. Bu iç konuşmalarım 2 haftadır devam ediyor ve odam tam bir karmaşa içinde. Az sonra başlayacağım. Kolay gelsin bana.

İçimi döktüm

İçim bazen o kadar çok sıkılıyo ki, çığlık atmak istiyorum. Kusmak istiyorum böyle tartışmanın ortasında.


Acaip ciddi hayal kırıklıkları yaşadım valla şu son 2 haftada. Yazıklar olsun tüüü demek istediğim insanlar var.

18 Haziran 2010 Cuma

Yaz planları

Finaller bitti, ardından doğum günüm geldi. Aslında yazın hareketli günleri denebilecek günlerindeyim ama sıkılıyo gibiyim. Verdiğim kararlardan dolayı kararı alakalı olarak veridğim kişi tarafından yoğun bir şekilde kınanmama rağmen bu kararımda ısrarcı bir tutum izledim. Devam ettirmek de niyetindeyim.

Yaz farklı ( okul olmasından süregelen ) bir dönem olmasından dolayı hep hayatımda belli başlı değişiklikler olur. Sitede yazımı paylaştığım insanlarla okul da olmamasından dolayı daha da çok görüşürüm, onları özlediğimi farkederim, kendimi güneşlenmeye adarım. Bu sene bu değişiklikleri daha da çok hissettim, sene içinde okulda kaldığımdan dolayı belki de. Artık biz de daha rahat izin alabildiğimiz için bu yazın İstanbul'da geçirdiğim bölümlerinin daha hareketli geçeceğini düşünüyorum. Artık hepimiz daha bi özgürüz. Benim özgürlüğümün nedeni daha çok yurtta kalmaktan ötürü artık çok rahat dışarı çıkabilen kızın kısıtlanamayacağı gerçeği. Annemler bununla yüzleştiler artık. Önceden de rahatça gezebiliyordum, izin alabiliyordum tabi şimdi haklarını yemeyeyim ama tabi özgürlüğün sınırı olmadığı gibi izin almanın da sınırı olmuyor. Bu nedenle daha da özgürleştiğimi ve önceki sınırların bana yetemeyebileceğini kestirebiliriz.

Haftaya çok yoğun bir döneme giriyorum. Okulumuz İşletme ve Ekonomi Kulübü'nün 13. Brandmarker Uluslararası Pazarlama İletişimi Kongresi olucak. Bu bağlamda sene içinde kulüpte belli başlı alt kurullarda aktif üye seçilen öğrenciler Brandmarker'da aktif şekilde görev alabilecekler. Cumartesi öğleden uğrayacağım kulübe, pazar günü de bavulumla gidip yurduma yerleşeceğim. Çok yoğun ve yorucu olmasını bekliyorum, öğretici olacağına da eminim. 1 haftam böyle geçicek sonra da yaz okulu derken okuldan görüşmek istediğim insanlarla görüşmeyi umuyorum. Bunun dışında da bu yazı bolca spora, kitap okumaya ve gezmeye ayırmayı düşünüyorum. Detoks yapıcam kendime bu yaz bolca.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Gerçek mi bu?

Gerçekten de hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor. Bir gün gelicek ve sürücek buna inanmak istiyorum sadece. Çok çok yakın birini kaybetmem yakın zamanda, etkiledi beni sanırım ama içime attığımı düşünüyorum. O kadar mantıklı olduğumu düşünmüyorum, bunu düşünüp kendime zamanın aslında ne kadar kısa olabileceğini bizim için görüp, ona göre bu tarz bir kayba üzülme süremi azaltabileceğime de. Diyorum ya anlamadım sanki. Sanki tatile gitti demek daha kolaymış gibi. Sanki mesaj atsam "Hadi dışarı Nes" desem ve cevap gelmese, herhalde kontürü bitti diye düşünecekmişim gibi. Daha kolay benimle ilgilenmediğini, beni sallamadığını düşünmek.. Çünkü diğeri çok ağır. Gerçeklerle yüzleşmek için çok erken daha. İstemiyorum şımarıkça bunu kabul etmeyi. Korkuyorum verebileceğim tepkiden, eğer daha gerçek tepkim ortaya çıkmadıysa. Bekliyorum çıkacağı günü.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Kafamı kurcaladı gündem

Siyasi gündemde olup bitenler aklımı epey meşgul etmeye başladı. İsrail'in yaptığı kendilerine göre "haklı" müdahale çok büyük ve kötü sonuçlar doğuracak gibi görünüyor, hem İsrail açısından hem de Türkiye açısından. Böyle zamanlarda insan kendine karşı bişey yapıldığı zaman, kendi inandığı şeye bir saldırı olduğu zaman daha çok tutunmaya başlayabiliyor düşüncesine veya inancına. Ama bunun dozunu kaçırmaya ve bu sefer karşı tarafı ezip kendimizi haksız çıkarmaya çok meraklı bir toplum olduğumuz aşikar bana kalırsa. Taksim'deki ümmetçi tayfanın İsrail bayraklarını yakması, Filistin'dekilerden daha da Filistinci olmaya meyilli bir grup insanın düşündüğümden çok daha fazla çıkması beni çok rahatsız etti. Rahatsız olmak çok yumuşak bir kelime oldu, iğrenmek diyelim. Evet ben de kabul ediyorum, İsrail tam anlamıyla hayvanlık yaptı sivillere ateş açarak, daha da acısı bunu kendisinin mağdur durumuna düşürdüğü bir topluma giden yardım gemisinde yapması. Ancak bu olaya olan tepkilerin, sadece bizim tarafımızdan değil genel olarak dünyadan İsrail'e gelen tepkilerin, İsrail'i korkutacağına ve ona geri adım attıracağına inanıyorum. Eskisi kadar rahat davranamayacak bana kalırsa. Şimdi bunun üstünden konuşmasıyla, bu olayı sömürerek Recep Tayyip çok rant elde edecek. Milliyetçi, ümmetçi tipleri kazanacak kendi partisine diye düşünüyorum. Zaten en korktuğum ve en anlamaktan uzak olduğum grup hem milliyetçi hem ümmetçi olan grup.
Umarım güzel günler görürüz.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Bulgaristan ile ilgili gözlemlerim

Önceki yazılarımda da bahsetmiştim, okuldan salsa gösteri hazırlık grubu ve gösteri grubuyla Bulgaristan Fanta Latin Festivali'ne gitme ihtimalim vardı. Ve bunu başardım. Perşembe gecesi biraz gecikmeli de olsa saat gece 1 buçuk gibi yola çıktık. Dura kalka, sürekli mola vererek yaklaşık 8 saatte Kapıkule'ye dayandık. Pasaport kontrolünden geçtik ve döviz bürosunda durduk. Bulgaristan aday ülke olduğundan avroya geçiş yaptığını sanıyordum ancak yanılmışım. Avroya geçiş yapmak şöyle dursun hala kapalı alanlarda sigara içiliyor, neyse bu başka bir konu. Bir leva ( Bulgaristan para birimi ) 0,98 türk lirasına eşit. Yani çok az bir fark var ama türk lirası daha değerli. Gerekli olduğunu düşündüğü kadar avroyu çevirince levaya herkes yola devam ettik. Çok yeşillik bir yer Bulgaristan ancak binalar çok ama çok kötü. Sovyetler Birliği etkisini taşıdığını düşündüm evlerin, zamanında her şey devlete ait olduğu için insanlar özenle davranmamışlar evlerinin dış görünüşü için. Rejim yıkılınca da devam etmişler aynı umursamamazlığa. Aynı özensizlik insanların dış görünüşlerine de yansımış. Ortalamanın üstünde bir şıklık hiç göremedim orda. İçki çok ama çok ucuzdu, yemekler genelde özensizdi ama yine ucuzdu. Maalesef yemek kıtlığından dolayı sürekli Mcdonald's yemek zorunda kaldım, zira o da fazlasıyla ucuzdu. Bana gelince festivalde çok ama çok eğlendim. Hiç etmediğim kadar dans ettim ve gerçekten de kendimi geliştirdiğimi farkettim. Dans ederken bir kere 9 kez ard arda spin atınca bunu anladım asıl olarak. Dönüş yolu çok acılı oldu. Bize gece saatiyle 2ye çeyrek kala dans gecesinden çıkacağımızı söylediler. Ancak yola çıkmamız otobüslerin hepsinin aynı anda kalkmasına bağlıydı. 3 otobüs gittik oraya Türkiye'den, ve yalnızca 2 otobüs gelmişti o saatte. Sonuncu otobüsü beklememiz gerekiyordu. Önce 4e kadar dans gecesinde kaldık. Sonra otele döndük ve lobide beklemeye başladık. İnsanlar artık 3 gün üst üste dans etmenin ve uykusuzluğun verdiği yorgunlukla uykuya yenik düşmeye başladılar. Ben de bunlardan biriydim. Sonra bir iki kişi kalkıp insanların kulaklarına, ağızlarına, burunlarına ot sokuşturduk ve bunu yaparken onları kayda aldık. O saatte o yorgunluk ve beklemenin verdiği strese ilaç gibi geldi, gülmekten yere düştüm ben hatta. 8 gibi yola çıktık. Akşam 8 gibi de durmadan gittiğimiz için İstanbul'a vardık. Tadı damağımda kaldı ne yalan söyliyeyim. Çok güzeldi, çok.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Spora başlasam mı?

Sınavlarım bitti, artık haziran başına kadar boşum. Spora başlamak istiyorum, pilatese. Sırt kaslarını çok güçlendiriyormuş, insanların ağrısı falan kalmıyormuş pilates yapa yapa. Okuyan da sanki çok sırt ağrısı çekiyorum falan sanacak. Ama aslına bakarsanız bende dik durmayla ilgili bazen takıntı gibi bir istek ortaya çıkıyor. Herkesten daha kambur veya daha dik durmuyorum ama işte istiyorum böyle dimdik durmak. Bir ara annem çok hassastı bu konuda. Diğer insanlardan çok da kambur durmamama rağmen beni doktora götürmüştü. Doktor da egzersiz vermişti, bir dönem sürekli bu egzersizleri yapmıştım. Yaa bu da böyle bir anımdır. Neyse pilatese geri dönelim. Sağlıklı olmak için spor şart, hem şu dönemde dansa da gidemiyorum bizim kurumuz gösteri çalışmalarına ağırlık verdiği için.. Bu nedenle spora başlamak çok güzel bir alternatif olabilir. Neyse bakacağız duruma..

Güncel ruh halim

Kafamdaki düşünceleri bir süreliğine kapattım, askıya aldım. Zaten çok yoruyordu beni bu kadar düşünmek. Eee insan her ne kadar beynini kullandığını iddia etse de genellikle rutin düzende gerçekleştiği için her şey kendiyle ilgili önemli kararlar alırken yoruluyor ister istemez.

2 Mayıs 2010 Pazar

Küresel Isınma Takıntım

Küresel ısınma konusunun yavaş yavaş populerleştiği günlerde ben daha küçük bir çocuktum. Bizim ailede yapılmaması istenen ya da bilimsel olarak doğrusunu kimsenin yapmadığı şeyleri bize öğretmek için genel olarak uygulanan bir yöntem vardır, o da medya araçlarını kullanmadır. Yani kısacası annemle babam, bize küresel ısınmadan ötürü yalan olmak üzere olan düzeni göstermek için acımasız gerçeklerle dolu olan Al Gore'un "Climate Crisis" adlı belgeseline götürdüler. Zaten israfa fazlasıyla karşı bir insan olarak bu belgeselden sonra daha da psikopat haline geldim. 10 dakikalık aşağı inmelerimde bile bilgisayarımı kapamaya başladım. Hiç üşenmeden evde açık unutulan ışıkları en yorgun olduğum anda bile kapıyordum. Evde bu halimi bilen kardeşim zaten suistimal ediyordu bu durumu. Zamanla bu konudaki takıntım azaldı ve daha normal bir insana dönüştüm. Ama tabi hala bazı şeyler batıyor, mesela okulumuzun özel yurdunda açık bırakılan ışıklar. Şimdi o odaların ben kapısını açsam da kapasam ışığı sonuçta o odaya ve özel bir bölgeye müdahale olur ama çok yapmak istiyorum. Hele tuvalet ışıklarımızdan bir tanesi yanmıyor ve odamızda inatla ona bir basış var, yanmıyor kardeşim neden ısrar ediyorsun. Valla her gördüğümde gülesim geliyor, muhtemelen enerji harcamıyor ama beni bu ısrar "Bir gün açılır belki" ısrarı gerçekten baya güldürüyor. Neyse..
Küresel ısınma beni çok tedirgin etmişti zamanında, ki hala da elimden geleni yapıyorum ama dorm'da bu kadar yaygın olarak elektriğin ücrete dahil olmasının suistimal edilmesi gerçekten canımı sıkıyor.

30 Nisan 2010 Cuma

Pasaport Çilem

Tatilden dönüldükten bir gün sonra gerçekten hiçbir şey yapılmamalı, ben bugün bunu gördüm. Bütün günün dinlenmekten çok yorma üzerine kurulu olan tatilin yorgunluğunu atmakla geçmesi gerekirdi ama ben bunun yerine İstanbul kazan ben kepçe şeklinde dolaştım. 14ünde kısmet olursa Bulgaristan Salsa Festivali'ne gideceğim. Ama geçen sene olan pasaportun son güne kalması sorunsalı beni bu sene de telaşlandırdı. Geçen sene son güne kaldığı için pasaportum, o zamanlar festivalin ne kadar güzel olabileceğini de bilmediğim için bu gezi işinden vazgeçmiştim. Ama şimdi festivalin beni yüzde yüz geliştireceğinden eminim ve kesinlikle festivale katılmak istiyorum. Bu nedenle bugün önce Beşiktaş Emniyet Müdürlüğün'den sıra numarası aldım, sonra ' öğrencimiz festivale gidiyor, pasaport harcından muaftır ' yazısını almak için Çağlayan'daki vergi idaresine gittim. Mıymıy ve işini gerçekten hiç ciddiye almayan memurlar beni yine bezdirdi. Tamam her gün aynı şey, sıkıcı olabilir ama en azından zamanında gelin di mi? Neyse sonra babamı aradım o sırada benim adıma bekliyordu. İnternetten sıra numarası alan 60 kadar kişi yüzünden öğleden sonra başvuruya kaldım. Sonra belki boştur diye babamla atladık Beykoz'a gittik. Orda da " Ancak çarşambaya veririz " cevabını alınca boynumuz bükük şekilde önce okulda öğrenci belgesi için başvurdum okula gittim, arada babamla yemek yedik, en son da öğrenci belgesini aldım okula gidip. 1 gibi Beşiktaş Emniyet Müdürlüğün'deydim, gerçekten türlü türlü sevimlilikler yapmama rağmen pasaportumu alamadım ve ekspres vizeye kaldım. Yine de gideceğim gibi görünüyor. Bu kadar emeğe Bulgaristan'ın bana süresiz vize vermesi lazım bence. Buradan onlara sesleniyorum.

24 Nisan 2010 Cumartesi

Kadıköy mü Taksim mi?

Bu akşam da Kadıköy'deydim. Sahaf'ın olduğu sokakla onun kesiştiği sokak artık tam bir barlar sokağı olmuş. Cıvıl cıvıl, insanlar biralarını içip çerezlerini yiyerek güle oynaya sohbet ediyor sokakta, keyifli keyifli. Nevizade'den daha samimi geldi bana orası, insanlar o kadar da iç içe oturmuyorlar, daha çok beraber gelmiş insanlar kaynaşık, Nevizade'deki tanımadıklarında gereksiz yere kaynaşma burda pek görülmüyor. Özellikle patlamış mısırcılar çok iş yapıyor bu sokakta, özellikle bu çekti dikkatimi. Bademciler yine idare eder ama patlamış mısırcıların mısılarını her üç masadan birinde görmek mümkündü. Ortam düzgün olduğu gibi fiyatlar da daha uygundu Taksim'deki bir çok mekana göre. Ben bi' de Kadıköy Anadolu Liseli olduğum için kendimi evimde hissediyorum Kadıköy'de. 5 yılını insanın Kadıköy'de geçirmesinin de böyle bir yanı oluyor demek ki. Taksim daha yabancıyken Kadıköy çok daha samimi. Özellikle Moda taraflarında yaşlı ama özenli giyimli, güler yüzlü beyler, hanımlar oluyor ya, o çok hoşuma gidiyor. Sokak hayvanları her daim kollanıyor orda, her köşede kedi köpek maması. Bilmiyorum, seviyorum çok Kadıköy'ü. Belki de Taksim'i daha da keşfetmem lazım. Sonuçta arka sokaklarında daha bilmediğim nice yerler var, ama Kadıköy'de her yeri biliyorum, gerçekten de çok iddialıyım bu konuda. Bakalım, yine iyi biliyorum Beyoğlu'yu da ama yine de yeterli gelmiyor bana. Karış karış, nerde ne var, ezberimde değil.Bundan dolayı kendimi yabancı hissemem.

22 Nisan 2010 Perşembe

Cnbc-e'ci dizisever

Farkettim ki hep soru sormuşum başlıklarda, bundan öncekilerde yani. Neyse.. Türk dizilerinden bahsetmek istiyorum biraz. Yaprak Dökümü'nü izledim az önce, önceden kaçırmadan izlerdim Yaprak Dökümü'nü. Dizi takipçileri ikiye ayrılır ya "Cnbc-e tarzı sevenler" ve "Geleneksel Türk dizileri sevenler" diye. Cnbc-e tarzı sevenler hep bi geleneksel kültürü hor görmekle suçlanır ya da kaliteden dolayı sevmediklerini söylerler ve sonuç olarak da bu sefer de dizileri kalitesiz buldukları için suçlanırlar. Türk dizileri sevenler de hep gelenekçi ve "sıkıcı" olmakla suçlanırlar. Evet sıkıcı, çünkü dizilerde hep 20li yaşlardaki gençler akşamları evde oturur, çay içer, birbirine bakar. Eğlenceli gençlik hayatından çok ama çok uzaktırlar. Bu biraz da hanım evladı olanların özellikle bayanlarda daha bir toplum yapısına yakın gelmesidir belki de, bilemeyeceğim. Kıssadan hisse ben bugün anladım ki ben de Cnbc-e'cilerdenim. Bunun nedeni yukarda bahsettiğim iki neden de değil. Tabiki de bir dizinin izlendiği kesimden bağımsız olması düşünülemez. Bu nedenle doğaldır ya zaten dizilerin geleneksel öğelerle dolu olması. Ben belki de kopuğum toplumun genel iyi ve kötü yargılarından. Bu yüzden sıkılıyorum evin babası kasım kasım kasılıyor, evden kopuk. Kibrinden kimseye bir şey demiyor, yakınlık göstermiyor. Her şey beyaz ya da siyah. İşte ben buna karşıyım. İnsanız sonuçta. Tabi bu yaptığımız her büyük hatayı insanlığımızın üzerine yıkabiliriz anlamına gelmiyor ama yine de bazı konularda hata yapmaya meyilli olabiliriz. Affedici olmak lazım bu tür durumlarda. Diziler işte böyle içimi sıkıyor, izlemiyorum ben de. Bundan sonra en azından.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Asmalımescit niye bu kadar kalabalık?

Dün akşam Asmalımescit'deydim. Özellikle İstiklal Caddesi'nin bu kadar boş olup Asmalımescit'in bu kadar dolu olmasını çok garipsedim. Sırf Asmalımescit'in Tünel girişi dolu değildi ( ki bence oranın dolu olmasının asıl nedeni Pi Lounge'ın Pi markasından kazandığı müşteri kitlesi ) , daha önce Asmalı'da gitmediğim, hatta adını dahi duymadığım mekanlar bile hıncahınç doluydu. Bu benim merakımı cezbetti tabi. Bundan sonra orda Pi Lounge yerine başka yerlere de şans vermeye karar verdim. Pi Lounge hafta sonu dans edebilme imkanını da sunduğu için orayı çok seviyorum, Taksim'de bu tarz pop müzikle dans edilen başka bir mekan en azından o kalitede yok diye düşünüyorum. Bakalım bu tekeli kırabilecek mi ordaki diğer mekanlar.. Önyargım yoktu zaten ama ilgimi çekti ordaki mekanlar, bekleyip görücez nasıl olduklarını.

20 Nisan 2010 Salı

Neden blog açtım?

Ders çalışmamak için yaptığım gereksiz bir çok aktiviteden sonra kendime ait bir blog açmaya karar verdim. Bu şüphesiz yaptığım aktiviteler arasında en az gereksiz olanı oldu. Bunun nedeni de bazı düşüncelerimi insanlarla paylaşma konusundaki bitmek tükenmek bilmeyen isteğim. Artık bu isteğimi yalnızca sözlü olarak değil isteyenlerle yazılı olarak da gerçekleştirebileceğimi düşündüm blog açarak. Blog ismimde Türkçe karakter kullanmadım, belki bir soruna yol açar diye. Yoksa noktalamaya bazen gereksiz bir takıntı şeklinde yaklaşabiliyorum.
Böyle yani.. Bundan sonra beni takip etmek isterseniz, burda olacağım. Güncel olaylardan ve bunların bende yarattığı düşüncelerden bahsetmeyi düşünüyorum burda. Bakalım, hayırlı olsun bana da, beni okuyan varsa onlara da.